Beşiktaş-Üsküdar Vapuru

 18.50 Vapuru kalkacak Beşiktaş iskelesinden...
İçerde bekleyenlerden biriyim herkes gibi.
Üzerimde yalancı bir yorgunluk var.
Çöktüğüm oturaktan insanları hafif açık bir gözle süzmekteyim.
Kimi ellerini zor tutmakta kravatını çıkartmamak için.
Kimi “bir ayağım çukurda” rahatlığıyla bakınmakta benim gibi. Küçük bir çocuk babasının ellerinden kurtulup, her şeyini güzel sandığı dünyanın tadını çıkartmakta koşarak.
Genç âşıklar sarmaş dolaş,
Sımsıkı sarılmakta birbirine “biz ayaktayız” dercesine...
Sert bir anons uyandırıyor beni uykumdan.
Avrupa’dan Asya’ya geçme zamanı...
Açılan kapılar Eylül esintisini kaçırmakta içeriye,
Gökyüzü sulanmış gözleriyle her an ağlamaklı.
Boş vermişliğin kıyafetleri var üzerimde.
Sıvanmış kollar salınmakta sağa sola...
Her zamanki koltuğuma oturuyorum
Galata ve Kızkulesi’ni göreceğim şekilde.
İstanbul’un efsane aşkını her an görebilmeli tüm güzelliğiyle...
Kim kavuşturmak istemediki bu âşıkları.
Hazerfan Ahmet Çelebi, Galata’dan aldığı mektubu Kızkulesi’ne ulaştırmak isterken bir anda esen rüzgâr onu Salacak’a savurmuş.
Bunu duyan Padişah kırmış kanatlarını Çelebi’nin.
Bu aşkın tam ortasına diktirmiş Topkapı sarayını.
Bir an gözümden kaçmasınlar diye.
Sola Yeniçeri’yi sağada Şeyhülislamı almış
Sırf bu âşıkların birleşmesini engellesinler diye...
Şeyhülislam rahatlık içinde yaşarken
Yeniçeri duramamış kaldırmış kazanı;
“Cihanı titrettim hakmıdır aşk bekçiliği” diye.
Bağdat orda acem ellerde ben burda durmaktayım.
Halk Yeniçeri tarafında saf tutmuş.
Yeniçeri kazan, halk kepçe
Sallamışlar İstanbul’u...
Padişah duramamış bu selin karşısında.
Almış kılıcı eline ve haykırmış biraz mecburi bir dille... Buyruğumdur;
-Her kimki kılıç kaldırabile, katmalı bu şanlı orduya.
Her kimki sarabilecekse bir yara giydirmeli sıhhiye yeleğini.
Bağdat yıllardır acem ellerde.
Toprağımda var olan güzelliği vermeli kardeşlerime...
Bu fermana karşı gelen
Durmaya önümde...
Ve çekip gider Padişah Şehr_i İstanbul’dan. 
Aklı ise Galata ve Kızkulesi’nde...
Kanatları kırık Çelebi fırsat bilmiş bu boşluğu
…ve dikmiş Gülhane’ye ceviz ağaçlarını...
Zaferden dönen Padişah Topkapı penceresine heyecanla koşmuş
Ne âlemde bu mendeburlar diye.
Ama cevizler izin vermez buna.
Haykırır Padişah “gel buraya Nafi!”...
Elinde bir çiçekle girer padişahın huzuruna.
-Söyle Nafi nedir bunun hikmeti? Der padişah,
Nafi elindeki gülü bırakıp padişahın önüne şunu der;
-Gökten indirdiğiyle yerdekini bitirenden hesap mı sorarsın padişahım?
Bir an duraksar padişah
Tıpkı Musa karşısındaki Firavun gibi...
Ama sinirleri tepesindedir hala padişahın.
…ve çağırtıp silahtarı, boğdurur Nafi’yi...
Birşeyler bulmalı der kendince izin vermemeli bu aşka...
Aklına Darülfünun-u Osmaniye içinde bir kule yaptırtmak gelir.
Herne kadar yangın kulesi desede buna,
Asıl niyeti gözetlemektir bu aşkı...
Ve yaptırdığı kuleden bakarken şehrine,
Bir gökyüzü dilencisi gelir yanına...
“Padişahım eğerki verirsen hergün rızkımı
Ben gözetlerim gökyüzünde bu aşkı” der.
İşine gelir bu teklif padişahın.
Benim yerime martılar yapmalı bu işi der.
Ve yüzyıllar boyu sürsün diye bu ayrılık,
Hiçbirini hadım ettirmez martıların...
İstanbul’da vapurların ardına takılıp dilencilik yapan martıların hepside aslında bu casus martının neslidir de bilmeyiz.
Ve bu yüzdendirki kavuşamaz Galata ve Kızkulesi...

Bir Vapur yanaşmakta Üsküdar iskelesine.
18:50 vapuru, Beşiktaş’tan gelen..
İçinde bir ben birde “o”...
O kim? Diyorum yüreğim hata veriyor.
“Öyle biri yok diye”
Elimi kalbime götürüyorum.
Çalışıyor yaşlı bunak.
Akrep ve yelkovansız tik-tak... 
Bir Vapur yanaşmakta Üsküdar iskelesine.
18:50 vapuru, Beşiktaş’tan gelen...

Ve kayboluyorum basınca ayağımı toprağa...

yakup

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder